25 Nisan 2017 Salı

AKPM Türkiye’yi Yeniden Denetim Altına Almış…




Ben şöyle okuyorum, Türkiye’yi değil AKP’yi, hatta Erdoğan’ı denetim altına almış.

Neden böyle düşünüyorum?..

AKP diye bir parti yok… Erdoğan’a tabî sayısal bir yapı var… Genel Başkanı yani Başbakanı Erdoğan’ın isteğiyle değişebilen bir parti…Erdoğan dediğim tartafsız olacağına yemin etmiş bir Cumhurbaşkanı...

YSK diye bir yargı organı yok… Erdoğan, şaibeli seçim sonrası, daha itirazlar yapılmamış, kesin sonuçlar açıklanmadan: “Atı alan Üsküdar’a geçti” diyebiliyor…

Erdoğan’ın sözcüsü Adalet Bakanı… Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin vermesi gereken kararları defalarca değişik mecralarda açıklıyor ve Yargıtay talimatı uyguluyor, muhtemelen Anayasa Mahkemesi de Adalet Bakanı’nın talimatlarını yerine getirecek.

AİHM’ne gidilecek ve muhtemelen Hukuk Fakültesi birinci sınıfındaki öğrencinin öğrendiği gibi, emredici yasaların yoruma tabî olmadığı ve bu nedenle YSK’nın tam hukuksuzluk yaptığı ve referandumun geçersiz sayılması gerektiği kararı verilecek ve iktidar Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Adalet Bakanı ve bilcümle bakan, milletvekili, havuz medyası, tetikçi gazetecileri hep birlikte haykıracaklar: Bu karar siyasi bir karardır, tanımıyoruz.

Yukarıda yazdık; yargı organlarına Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı açıkça talimat verdi, bu siyasi olmuyor, kendi yasasına uymayan/uydurulmayan YSK’nın hukuksuz kararına atıf yapmak siyasi oluyor, öyle mi?

Ülkenin GetirildiğiYer
Reza Zarrab ve ardından Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla ABD’de tutuklanıyor, devlet tüm aktörleriyle bu davaya itiraz ediyor… siyasi diyor…

Newyork Eski Belediye Başkanı Giuliani ve Eski Adalaet Bakanı Mukayes, Zarrab’ın avukatı oluyor, olabilir ama bu iki avukat Türkiye’ye gelip Erdoğan’la görüşüyor… Ne görüşüyorlar? Bu davayla Erdoğan’ın ilişkisi ne, neden ilgilendiriyor ve bu iki avukatla ne konuştular?

MHP’den atılan eski milletvekili Ümit Özdağ yapılan görüşmenin içeriğini 3 gün önce şöyle dile getirdi: “Zarrab'ın davasının düşürülmesi karşılığinda Erdoğan PKK-ABD'nin Rakka operasyonunu ve ilhakını özetle PKKistan'ı kabul edecek. “

Bu satırlar yazılana kadar bu iddiaya yalanlama gelmedi..

Erdoğan ve şürekasının hep birlikte haykırdıkları ise yine bilindik: Karar siyasi hatta FETÖ’nün etkisinde…

Ülke içindeki % 50’yi kabullendirmek bugün için mümkün ama dünya pek inanmıyor tıpkı 15 Temmuz’a inanmadığı gibi…

Düne kadar pek kıymetli olan kişi ve kurumların tamamı ters yola girmiş, sadece Erdoğan düz gidiyor ama her an biriyle ya da birkaçıyla kafa kafaya çarpışma ihtimali var. Sadece Erdoğan çarpışsa sorun yok ama Türkiye otobüsünü o kullanıyor, farkında değiller ama % 51'de o otobüsün içinde...

Sonuç: Ülke binmiş bir alamete gidiyor kıyamete…

Son sözüm: Referandumun sonucundan çok memnunum, sonraki yazımda gerekçelerimi aktarmaya çalışacağım.

7 Nisan 2017 Cuma

Bu Seçimde Oyumu Kılıçdaroğlu’na Vermeyeceğim!



 
16 Nisan’da oyumu Kılıçdaroğlu’na vermeyi düşünüyordum, fakat Erdoğan’ın mitinglerinde, pardon toplu açılışlarında yaptığı konuşmalar, gösterdiği videolar sonrasında vaz geçtim. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olmaması için oyum: Kesinlikle HAYIR.

Erdoğan, Anayasa Referandumu mitinglerinde, pardon, nerden uydurdum?! Tövbe tövbe... Toplu Açılış törenlerinde konuşmaya Kılıçdaroğlu ile başlayıp, Kılıçdaroğlu ile bitiriyordu, şimdi level atladı, Savaş Ay’ın yıllar önce –Kılıçdaroğlu SSK Genel Müdürü iken- yayınlanmış bir TV programında mitinge, yine pardon toplu açılışa gelen vatandaşlara izletiyor. Sonra başlıyor Kılıçdaroğlu’na saydırmaya…

Önceleri anlam verememiştim, sonrasında birilerinin Sayın Cumhurbaşkanı’nı bu oy verme işinin; Cumhurbaşkanlığı seçimi, rakibinin de Kılıçdaroğlu olduğunu söyleyip, kandırdıklarını düşünmeye başlamıştım ki aman Allahım, ter bastı bütün vücudumu, baştan aşağı ter içinde kaldım. Yahu, bre Demirkanlı, Erdoğan daha 3 gün önce muhtarlarla yaptığı toplu açılış töreninde… Değil be, Saraydaki toplu yemek öncesi konuşmada, sesini davudileştirerek “Neee kandıraaaan oldum ne de kandırılannn oldum” dememiş miydi? Demişti.

Utançtan gözümü kapattığımda, yıldızlar çaktı, gökyüzü aydınlandı, TV kanalları art arda yayına geçti, hepsi defalarca yayınlamışlardı, hepsi birden gözümün önüne geldi:

“Beni kandırmışlar Allahım da milletim de affetsin!”

Oysa, FETÖ, Rus uçağını düşürürken de kandırmıştı…

Oysa, FETÖ, Ordu’ya kumpas kurarken de kandırmıştı… “Ben bu davanın savcısıyım.” dedirtmişti.

Oysa, ABD, sen artık BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) Eşbaşkanısın, dediğinde de kandırmıştı, hem de çift başlılığı savundurtarak… Ayıp olmasın diye diğerlerini saymayayım…

Onun için tekrar başa döndüm, birileri Sayın Cumhurbaşkanı’nı sanırım yine kandırmış, sanki Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi bir propaganda yürütüyor, Kılıçdaroğlu’yla başlayıp; FETÖ, Almanya, DAEŞ, Hollanda, Belçika sıralayıp dönüyor PKK’ye…

Anayasa değişikliği ile ilgili maddelere ait tek bir açıklaması olmadığı gibi, kendisi için hazırlandığını kabul ettiğini gösteren açıklamalar da yapıyor. Örneğin, taslakta Cumhurbaşkanı yardımcılarının sayısı en azından üst limit belirtilmemişken, rahatlıkla 2 bilemediniz 3 olur, deyiveriyor. Seçime gerek yok, zaten Hazret seçilmiş gibi açıklama yapıyor.

Oysa, ben Cumhurbaşkanı olursam, 768 yardımcı atayacağım ve bunların ilki yani birinci yardımcım eşim olacak.

Böyle saçmalık olur mu,  diyenlere iki yanıtım var.
1.      Bu taslakta beni engelleyecek bir madde var mı?
Yok ama hiçbir Cumhurbaşkanı böyle bir saçmalık yapmaz, diyenlere…
2.      Daha 3 hafta önce tek millet, iki devlet dediğimiz Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev eşini Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atamadı mı? Atadı, ben neden atamayayım?

Tarzan Zorda!
Bu bir deyimdir, böylesi durumlarda kullanılır. İyi de neden bu açıklamayı yapma gereği duydum? Korkuyorum demek ki… Bir savcı ya da en başsavcı yanlış anlayıp, soruşturma açtırıp, sonra da kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi gerekçesi ile tutuklar diye korkmuşumdur. Korkarım...

Korkmuşum çünkü, Cumhuriyet Gazetesi’nden arkadaşlarım, abilerim FETÖ’cü diye yargılanıyorlar… Erdoğan, henüz diplomasını göremediğimiz Üniversite’den mezun olmadan önce Hikmet Abi (Çetinkaya) Fetullah’ı çarşaf çarşaf yazıyordu, şimdi FETÖ’cü diye sanık, bir diğer sanık da Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nin de abonesi olan yıllar önce sürgünde taksi şoförlüğü yaptığı dönemde Frankfurt’ta tanıştığımız Aydın Engin, bak sen, o da FETÖ'cüymüş..

Ahmet Şık, FETÖ’yü yazdı, kitap yayımlanmadan tutuklandı. Erdoğan: “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” dedi. Oysa, kitabı okusa: “Beni kandırmışlar, Allahım da milletim de affetsin!” demeyecekti.

İstanbul’daki komşum Bülent (Utku), son zamanlarında Şişli’deki esnaf lokantasında öğle yemeklerinde karşılaştığımız yılların dostu Turhan (Günay), sevgili ve sevimli Hakan (Kara), Önder (Çelik)… Avukatım Akın (Atalay), Cumhuriyet günlerimde selamlaştığımız ama hiç sohbet şansımızın olmadığı Mustafa Kemal Güngör ve tanışamadığım ama hep tanıdığım: Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Musa Kart eğer FETÖ’cü, PKK’li, DEAŞ’lı diye tutukluysa, beni de tutuklarlar diye gerçekten korkuyorum.

Korkuyorsam, bugünden adı konmamış bir rejim altında yaşıyoruz demektir. Yarın adı konduğunda, tutuklanma riski de taşıyan bu korkumu da arayacağım demektir.

“Tarzan Zorda” başlığının altında söylemek istediğim çok kısa… Erdoğan çok korkuyor, çok korktuğu için çok konuşuyor, sürekli kendini yalanlıyor ve en önemlisi seçmeni belleksiz, beyinsiz, sadece biat eder sanıyor…

Yanılıyor Taranta babu, çok yanılıyor…

“YAŞAMAK...
Ne acayip iştir ki
       bu ne mene gidiştir ki TARANTA-BABU,
bugün bu
     "bu inanılmayacak kadar güzel"
bu anlatılamayacak kadar sevinçli şey:
böyle zor
bu kadar
        dar
böyle kanlı
        bu denli kepaze...”  Nâzım Hikmet