7 Ekim 2020 Çarşamba

CHP Ne Yapmayacak?

 

Bir süredir iktidar eliyle geliştirilen HDP operasyonunu izliyoruz, bizim gibi başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partileri de izliyor. Onlara sorarsanız tepkilerini dile getirdiler, kınadılar ve görevlerini yapmış olmanın huzuru ile köşelerine çekildiler.

Bu operasyon HDP’ye değil, tüm muhalefete yönelik. Tıpkı dokunulmazlıkların kaldırılmasında: “Anayasa’ya aykırı ama evet diyeceğiz.” dediği gibi CHP yine aymazlık içinde.

HDP, TBMM’nde yer alan yasal bir partidir, Meclis Başkan vekili vardır yani çeşitli oturumlarda TBMM’yi yönetir.

Bir kısa notla bu girişi sonlandıracağım. AKP, işine geldiği noktada HDP ile işbirliğinden kaçınmadı hatta Kandil ile de işbirliğini gözler önünde sergiledi, sahra adliyeleri kurarak, hukuku katletmekten de geri durmadı.

O zaman…

HDP ile kurulacak ilişkilerden çekinilmeden, korkulmadan bir an önce tüm muhalefet partilerinin bir araya gelmesi gerekmektedir.

Nasıl?

Tüm muhalefet partileri “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” hikayesini anlatıyorlar, -hikaye diyorum çünkü hiç birinin açıkladığı bir Anayasa taslağı yok- o zaman bir an önce bu çalışmaya başlanılmalıdır.

Erdoğan’ın olası bir hamlesinin önünü nasıl keseceksiniz?
Bütün anketler Cumhur İttifakı’nın % 50 barajına yaklaşamadığını gözler önüne sermektedir hatta 26 Eylül Cumartesi günü yayımlanan MAK Danışmanlık’ın (AKP’ye yakınlığı ile biline şirket) son anket sonuçları: Cumhur İttifakı % 42, Millet İttifakı % 45.

Bütün partiler parlamenter sistemden dem vururken, mevcut sistemde tıkanan Erdoğan’ın olası hamlelerinden biri de; madem istiyorsunuz, o zaman parlamenter sisteme dönelim, Anayasa taslağımız da şu, meclise sevk ediyoruz, dediğinde, hazırlıksız ve parça parça muhalefet olarak ne yapacaksınız?

Barajların, seçim sisteminin değiştiği yeni ucube bir sistemin koalisyon ortaklarını çok uzaklarda aramaya gerek yok, hepsi parlamenter sisteme geçişteki önemli (!) rollerini açıklayarak, geride kalan kırgınlıkları bir kenara bırakarak yeni bir Milliyetçi Cephe kurmaktan kaçınmayacaklardır, hele araya soslu birkaç beka (!) meselesi de konulduğunda herkes huzura (!) kavuşmuş olacaktır.

Bu çalışma Erdoğan’ın olası bir hamlesinin de önünü kesecektir.
Başta TBMM’de yer alan partileri: CHP, İyi Parti, SP, HDP, Komünist Parti,  Deva Partisi, Gelecek Partisi’ni bir araya getirerek yeni Anayasa, yeni Siyasi Partiler Yasası, yeni seçim yasası çalışmalarına hemen başlanması nelerin önünü açar ve nelerin önünü keser.

Erdoğan’ın yukarıda anlattığım baskın Anayasa ve Parlamenter Sistem önerisinin önünü keser. Cumhur İttifakının şekli de olsa demokrasi koşullarında yeni bir seçim kazanmasının önünü keser.

Aynı mecliste yer alan tüm partilerin net bir hedefle bir arada olmalarını sağlar: Yeni Anayasa –ki sıfırdan oluşturularak 12 Eylül Darbe Anayasası’ndan geriye kalan maddeleri de yok etmelidir-, yine 12 Eylül’ün mirası Seçim Yasası ve Siyasi Partiler Yasası’nı oluşturmak için meşru aktörlerle bir araya gelinmesini sağlar ve bu sağlanmalıdır.

Bu çalışmalar, kamuoyuna açık yürütülmeli, her hafta uzlaşılan maddeler kamuoyuna açıklanmalı, o maddelerin kamuoyunda tartışılması sağlanmalı ve gelecek önerilerin tekrar değerlendirilmelidir.

Bu çalışma yapılırken, parlamento dışı partiler, üniversiteler, sendikalar, STK’lar, barolar da çalışmalara mutlaka katılmalı, toplumsal muhalefet en geniş biçimiyle harekete geçirilmelidir.

Bu çalışma, sadece söylemde kalan ve inandırıcılığı olmayan güçlendirilmiş parlamenter sistemi ete kemiğe büründürdükçe Demokrasi İttifakı’na çok daha büyük güç katacaktır.

Bu ittifakın tek gerekçesi yukarıda açıklanan temel yasalar olduğu için; İYİ Parti ile HDP’nin, Komünist Parti ile Deva Partisi’nin ve diğer partilerin bir araya gelmesi kamuoyuna çok rahat anlatılacağı için Cumhur İttifakı bileşenleri olan AKP, MHP, BBP ve Vatan Partisi’nin kutuplaştırıcı söylemlerini de kendi içinde başarısızlığa mahkum edecektir.

Biliyorum ki; CHP yine bu veya benze adımı atmayacak, Cumhur İttifakı’nın gündeminin arkasına takılarak bu tarihi fırsatı da tepecektir. Neredeyse eminim, umarım yanılırım.

11 Şubat 2019 Pazartesi

Erdoğan Tükendi…


Başlık iddialı gelebilir ama Erdoğan'ın 17 yıl sonra geldiği noktayı açıklıyor, tabi tükenmiş olması kaybedeceği anlamına gelmiyor, o ayrı bir konu.

Liyakati bir kenara koyalı uzun yıllar oldu, her sorunu kendisi çözmek istiyor, belki de zorunlu…

Bu kadar çok ve çetrefilli sorunlar bir kişinin aklına bakmaya başladığında, çözümsüzlükler akın etmeye başlar.

Sebze fiyatlarının artması, ciddi puan kaybına yol açmaya başladığında, apar topar çiftçi, toptancı, hal esnafı, manavlar, marketler suçlu ilan edildi ve önü arkası hesaplanmadan “Tanzim Satış Noktaları” (TSN) hayata geçirildi.

Görüldüğü kadarıyla; kendileri için çok önemli olan Ankara ve İstanbul’da hemen harekete geçildi, geçildi ama ne oldu?

İlk gün İstanbul ve Ankara’da uzun kuyruklar oluştu. Halkın bu kuyruklardan memnun olmadıkları her hallerinden belli.  Kuyruk algısını yönetmek pek kolay olmayacak, Bu domates, patates kuyruklarının oya tahvil olacağını düşünmek oldukça yanlış bir hesap, hoş hesap da yapılmadı sanırım, anında  bir kişinin aklı ile hayata geçti, konuşmalarından bu anlaşılıyor, şimdi de temizlik malzemelerini ele alacaklarmış.

Peki diğer İller
Bütün illerde bu TSN( Tanzim Satış Noktası)’larını hayata geçirmek seçime kadar pek kolay olmayacak ama başka bir şey olacak.

Bu ürünlerin büyük çoğunluğunun ödemesi; zincir marketler ve toptancılar tarafından çok önceden avans olarak yapıldı, ürün sürekliliği zor ama baskı ile ürünler alınabilir, bu kez çitçi zincir marketler ve toptancılarla karşı karşıya kalacak. Nasıl anlaşırlar bilinmez.

Ürünün büyük çoğunluğu; İstanbul ve Ankara’ya aktığında diğer illere giden ürün azalacağı için fiyat farkı daha da artacak. Örneğin İstanbullu domatesi TSN’larından 3 liraya alırken Konya’daki 9-10 liraya alacak.

İsyan Her Tarafta Olacak
İstanbul ve Ankara’daki TSN’larına ulaşabilenler, uzun kuyruklarda bekleyenler beklemenin sıkıntısıyla isyan ederken aynı illerdeki TSN’larına ulaşamayanlar daha fazla bir bedelle aynı ürünü alırken, diğer illerdekiler çok daha fazla bir bedel ödemenin isyanını yaşayacak.

Erdoğan, son zamanlarda çok fazla hata yapmaya başladı, bu hatasının sonuçlarını ölçemedi, planlayamadı, öngöremedi. Tek şansı beceriksiz bir Ana Muhalefet Partisi’nin akıllara ziyan politikaları.

Erdoğan, kaybedeceği noktaya ilk kez bu kadar yaklaştı, Kılıçdaroğlu’nun desteği olmadan kurtulması da çok zor ama olanaksız değil.

20 Haziran 2018 Çarşamba

Ankara’da Otobüs Durağında Titremek…


Aslında yazının başlığı “Win, Vıııın, Win” olacaktı, son anda değiştirdim, ancak yazının konusu yine “kazananlar ve kaybedenler…”

Halk otobüslerinde akıllı kart kullanılmayan belki de tek il Ankara’dır, belki dememin nedeni böyle bir araştırma yapmadığımdan ama şunu biliyorum; Tarsus’ta (bırakın başkent olmayı il bile değil, bir ilçe) halk otobüslerinde akıllı kartlar kullanılmakta. Ankara, bu teknolojiye ulaşamamış, oysa Devlet’in merkezinde, herkesin gözü önünde yaşananlara yani kazananlara ve kaybedenlere bir göz atalım.

Ankara Belediyesi’nin kullanımda olan akıllı kart (Ankarakart) özel halk otobüslerinde kullanılamamakta çünkü uzun yıllardır İ. Melih Gökçek’in yaptığı uyum çalışması sona ermedi/erdirilmedi… İstanbul’da otobüslerde görev yapan biletçileri hayal meyal hatırlıyorum ama Ankara bu nostaljiye (!) sahip çıkıyor, çıkıyor ama “kazananlar” ve “kaybedenler” de bu uygulamada karşımıza çıkıyor.

Kişi Başına Ayrıca Kazanılan ya da Kaybedilen 1.5 TL’ler
Ankara’da otobüs bilet ücretleri: Tam; 2.50 TL, aktarma 1.00 TL, öğrenci: 1.75 TL, aktarma 0.25 TL.

Ankara’nın öğrenci ve memur kenti olduğunu aklımızın bir kenarında tutalım ama bu yazıda sadece öğrenci bilet ücretleri esas alınmıştır.

Ankaralılar bilir, istemediğiniz takdirde hiçbir özel halk otobüsü biletçisi bilet vermez, parayı verir, geçersiniz… duyarlı olanlar ısrarla bilet ister ve alır. Bilet kesilmediği için Belediye’nin alacağı vergi uçmuştur, Devlet’in alacağı vergi de… tamamına yakını vergilendirilmeyen kazançla ilk “vin”in (kazananın) özel halk otobüsleri olduğunu söylersek, sanırım haksızlık etmiş olmayız. Ancak, bu kadarla da kalmıyor, siz metrodan ya da belediyeye ait bir otobüsten inip özel halk otobüsüne binerseniz, indirimli aktarma hakkınızı kullanamaz yine tıpış tıpış 1.75 TL’yi (öğrenciler için) ödemek zorunda kalırsınız. İndirim yapması gereken özel halk otobüsleri kişi başına (öğrenci için) 1.50 TL, hem de çoğu vergilendirilmemiş haksız kazanç elde etmişlerdir.

Yazının başlığı burada karşımıza çıkıyor: “Ankara’da Otobüs Durağında Titremek…”
Bir öğrenci okuluna ulaşmak için sadece 2 toplu taşıma kullanıyorsa ve bunlardan biri halk otobüsü ise ve sadece okula gidip geliyorsa, hafta sonları burnunu bile kapıdan dışarı çıkartmıyorsa; okula gidişteki kaybı 1.5 TL, eve ya da kaldığı yurda dönerken de 1.5 TL, toplam 3 TL, bunu okula gidilen 22 gün olarak düşünürsek, 66 TL. Hafta sonları da çay içmeye ya da arkadaşından not almaya giden öğrenci için bu kayıp miktarı 90 TL’ye ulaşmakta. Bu hesaplamada okula ulaşımda tek aktarma olduğunu varsayıyoruz, birden çoksa bu tutar da yukarı doğru hareket edecektir. Bir öğrenci için bunun ne kadar önemli olduğunu öğrenciler bilir, veliler de tabii, tabii bilmesi gerekenlerden biri de bu ülkeyi yönetenler olmalı… Şu denebilir, halk otobüsüne binmeyip, belediye otobüsünü beklesinler, doğru, bekliyorlar da…  Soğukta, yağmur ya da kar altında bekliyorlar, elleri, ayakları donmuş gençler, indirim hakkını kaybetmemek için durağa gelen 5 otobüsten biri (A. Ayrancı-Subayevleri otobüsünü -bekleyip saydığım için- örnek olarak verebilirim.) belediye otobüsü olan hatta 4 özel halk otobüsünün geçmesini, bütün yetkililerin gözleri önünde ama görünmeden, titreyerek, hasta olma pahasına bekliyorlar. Memur emeklileri de, asgari ücretliler de soğukta titreyerek bekliyor, çünkü halk otobüsüne binerlerse aktarma yapma hakkından yararlanamadıkları için ödeyeceği fazladan 60 TL. yılbaşında aldıkları zammın çoğunu götürecek.

Uçan, uçurulan halkın parasının yanında belediyenin ve devletin kaybını da –rakamlar kendilerinde olduğu için- ilgililer hesaplasın, örneğin devlet bütçesini denkleştiremeyen Maliye Bakanı Ağbal, ekonomiden sorumlu Devlet Bakanı Şimşek hesaplasın, gözlerinin önündeki “su kaçağını” tespit etsinler ya da…

İkinci “Vin” (Kazanan)…
Bir önceki Belediye Başkanı İ. Melih Gökçek, neredeyse ömrünün tamamı belediyecilikle geçmiş bir siyasi. Yönettiği belediyenin maddi kaybını göremeyecek kadar deneyimsiz olduğunu söyleyemeyiz, sanırım özel halk otobüslerinin belediyenin uygulaması sonucu, belediyenin gözetiminde, halkın sırtından nasıl haksız kazanç elde ettiklerini “bilmiyordum, kandırılmışım” demesine gönül rahatlığıyla inanmamızı da beklemiyordur… Sayıştay, yapmış olduğu denetimlerde bu konuyu araştırmış mıdır bilmiyorum, kendisine teslim edilen kasaya girmesi gereken paraların, gözlerinin önünden uçup gitmesini, “farkında değildik” diye mi açıklayacak ekonomi kurmayları? Acaba, Ankara’nın yeni Başkanı, sakıncalarını fark ettiği ve durdurduğu birçok proje ile birlikte bu büyük “su kaçağı”nı da fark edip düzeltilmesi için emir vermiş midir kurmaylarına? Geçmişi soruşturacak mıdır? Bilemiyorum…

Sanırım bu konu savcıları ilgilendirmeyecektir, hiçbiri el atma gereği duymayacak, bu yazıyı ihbar kabul etmeyecektir ama ben merak ediyorum her gün, her ay, her yıl ve yıllardır halkın cebinden uçup da; belediyenin, devletin kasasına girmesi gerekip de girmeyen ve bunun karşılığında insanların soğukta titrediği uygulamanın karşısında, yani kazananların ikinci ayağında kimse yok mu?

Art niyetli olmayalım, yılların toplamında kaybedilen trilyonların “ihmalen de olsa sorumlusu yok mudur?” demek istiyorum. Fırat’ta kaybolan koyunun hesabını vermemiz gerekir diyen Cumhurbaşkanı, Ankara’nın ortasında titreyen, geleceğimiz olan öğrencilerimizden, emeklilerimizden sorumlu değil midir? Bunun hesabı verilmeyecek mi? Hesabı sorulmayacak mı?

Asıl soru: Göz göre göre cebindeki parayı kaybeden halkımızın hiç sesi çıkmaz mı? Ensene vurulduğunda susup bir kenara mı çekileceksin, senin sırtından, birileri (en azından özel halk otobüsleri ve belki de buna göz yuman birileri) paranın cebinden uçmasını Ankara Belediyesi’nin katkısı ya da ihmali ile sağlıyor…

Bakalım, “Or’da kimse var mı?”

4 Kasım 2017 Cumartesi

Azizname’den Devlet Bahçeli’ye…



Yücel Erten, Aziz Nesin’in öykülerinden uyarlayarak, sahneye koyduğu “Azizname” on yıllardır eskimedi, eskiyecek gibi de durmuyor. Geçen ay da yeni bir prömiyer yaptı, yolu açık olsun… İzlemeyenlerin izlemesini öneririm.

***

Köyün ağası traktörüne biner, kasabanın yolunu tutar. Köyden çıktığında Memed’i görür, taraktöre alır, yola koyulurlar, bir süre sonra yolun ortasında kocaman, dumanları tüten mal dışkısı görür. Ağa ya, muziplik yapacak.
-          Memed, yolun ortasındaki dışkıyı görir misin?
-          Hee agam..
-          İşte onu yersen, bu traktör senindir.

Memed, bir dışkıya bir traktöre bakar, iner bir güzel yer.
Ağa şaşkın ama söz vermiş bir kere, arkaya geçer traktörün anahtarını Memed’e verir. Tıkır mıkır yola koyulurlar, kasabada ağa iner, Memed’de pazara gider.

Dönüş yoluna başlayan Memed, yolda ağasını görür.
-          Atla ağa, ben de köye gideyrim, der.
Tesadüf bu ya, yolun ortasında yine dumanları tüten bir dışkı. Memed frene basar, traktörü durdurur.
-          Agam, mis gibi dışkı, dumanları da tütmekde, afiyetle yersen traktör senindir, der.
Ağa, bir dışkıya, bir traktöre bakar. Rezil olduğuna mı yanacak, traktörün gittiğine mi?  İner, dışkıyı yer.
Memed, anahtarı verir, arkaya geçer. Tekrar yola koyulurlar, köye yaklaştıklarında ağa derin bir düşünceye dalar.

Ulen, biz yola çıktığımızda traktör benimdi, dönüyoruz yine benim, iyi de biz bu boku neden yedik yahu…

***

Cumhurbaşkanı, anayasal sınırlarını aşıyor, anayasa filan tanıdığı yok. Bahçeli haykırdı: Cumhurbaşkanı fiili durum yaratıyor ve Anayasa sınırlarının dışına taşıyor o zaman Anayasa’yı değiştirelim, dedi ve Anayasa değişikliği yapıldı. Bahçeli’nin akıl almaz desteği ile Anayasa değişikliği az bir farkla onaylandı, onaylandı ama yürürlülük tarihi 2019.

Peki, Cumhurbaşkanı icranın başı değilken, eskisi gibi icranın başı gibi davranıyor mu? Evet.
Peki, Cumhurbaşkanı, tarafsız olacağım diye yemin etti mi? Evet.
Peki, bu yeminine sadık mı? Hayır.
Peki, Cumhurbaşkanı, Bahçeli’nin itiraz ettiği zamandan çok daha fazla ve ağır olarak Anayasa’yı zorluyıp, fiili durumu kalıcı hale getirdi mi? Evet.

Peki, Sayın Bahçeli biz bu anayasa oylamasını neden yaptık?

Beka sorunu diyorsun, doğrudur, ben kendimi bildim bileli, yönetenler sıkıştıkça beka sorunu der, durur. Bunu geçelim, gerçekten tarihin en büyük beka sorunu ile karşı karşıyayız diyelim.

ABD’nin kandırdığı, FETÖ’nün kandırdığı, Rusya'nın kandırdığı, PKK’nin kandırdığı, Avrupa’nın ve daha bir çok yapının kandırdığı bir şahsa, tek başına karar alma yetkisini verirken Türkiye’nin bekasını hiç mi düşünmedin ya da nasıl güvendin?

Tekrar edelim, Anayasa referandumundan önce de fiili durum yaratan Cumhurbaşkanı fiili durumu kalıcı hale getirdi.

Peki, Sayın Bahçeli bize bu Anayasa değişikliğini neden yaptırdın?

***

Azizname’yle başladık, onunla bitirelim yazıyı. Bu öykünün ana konuyla uzaktan yakından ilgisi yok, sadece çok hoşuma gittiği için yazı vesilesiyle paylaşmak istedim.

DU BAKALİ N'OLECAK?

Arap Şeyhi, saf, güzel bir Türk kızıyla evlenir. Kız bir gün sinemaya gitmek ister, Şeyh içi pır pır ederek izin verir, akşam eve zor atar kendini bir bakar ki karısı evde, ağzı kulaklarına varmış mutlu mu mutlu… N’oldu, anlat bakalım der.

-          Çarşafımı giydim, sinemaya gitmek için sokağa çıktım, bir adam peşimde, ben gidiyorum o gidiyor.
-          Fa suphanellah... Du bakali n'olecak?
-          Ben sinemaya girdim, adam da girmez mi?
-          Ve minelgaraip... Du bakali n'olecak?
-          Çarşafımın eteğinin altından elini sokmaz mı, şaştım kaldım valla…
-          Vallahi ben şok merak ettim yahu, du bakali n’olecak?
-          Sonra film bitti, ışıklar yandı, ben kalktım adam da kalkmaz mı?
-          Velacaip ve minelgaraip...  Du bakali n'olecak?
-          Bizim apartımanın kapısından girdim, herif de girdi. Dur bakalım, n'olacak diye merak içindeyim.
-          Sonra?
-          Çantamdan anahtarı çıkarıp bizim dairenin kapısını açtım, girdim içeri, o da girmez mi?
-          Harif da yallah içeri…
-          Evet...
-          Du bakali n'olecak... Aman anlat şabuk Nacmiya...
-          Eve gelince yatak odasına girip elbet soyundum. O da soyunmaz mı?
-          Ne diyorsun Nacmiya... Du bakali n'olecak?
-          Soyununca yatağa uzandım. Olur şey değil, o da benimle yatağa uzanmaz mı?
-          Eyvaaah!  Du bakali n'olecak?     
-          Ben de yatakta ne olacak diye merak ediyorum.
-          Aman Nacmiya, vallahi meraktan şatır şatır şatlayacak olan ban... Söyle şabuk, ne oldu Nacmiya?
-          Hiç canım... Bişey değilmiş, ben de boşu boşuna merak etmişim.
-          Yok yahu... Peki, ne oldu Nacmiya? Ne yaptı?
-          Aynen senin her gece yaptığını...
Anlatıcı: Beyninden vurulmuşa dönen Ebul-Fatık ne yapsın şimdi? Karısı o denli saf ki, başına kötü bişey geldiğinden bile haberi yok... Bağırıp çağırsa olmaz. Döğse olmaz. Kovsa olmaz. Erkekliğe toz kondurmamak, yiğitliğe krem sürmemek için...
-          Amaaan Nacmiyaa, ban da muhim bişey zannettim.  Du bakali n'olecak, du bakali n'olecak diye boşuna merak etmişim. Velakin hiç möhim değilmiş.

24 Ağustos 2017 Perşembe

Bülent'in Masası...



Beni tekrar sigaraya başlatan adamlardan biriydi Bülent (Uluer) ama sigara mevzuuna sonra geleyim. 

37 yıl sonra Nasuh Abi’nin (Mitap) cenaze töreninde karşılaşmıştık, hemen tanıyamadı tabii ama o sigara mevzuunu anlatınca hatırladı, sabaha kadar süren bir boğuşmaydı çünkü.

O gün Bülent’e merhaba dememin nedeni uzun yıllardır kullandığım ve hâlâ kullanmaya devam ettiğim ahşap çalışma masasıydı. Masasının ne durumda olduğunu çok merak etmişti, görmeye gelecekti, İstanbul’dan ayrılmadan önce birkaç kez niyetlendik ama beceremedik. Bülent, çalışma masasını Orhan'a (Alkaya) vermiş, emaneten tabii. Orhan’da bir taşınmasında evde koyacak yer bulamadığı için bana vermişti, emaneten tabii. Hangimizde durursa dursun masa Bülent’indi ve emanetti.

Aşağıda gördüğünüz masa işte o masa, Bülent’in masası. İstanbul’da masasını görmeye gelemedikten sonra da birkaç kez telefonlaştık, “Söz, Yayla’ya geleceğim, masamı göreceğim ama o masa artık senindir, iyi bak masana.” demişti ama olmadı, beceremedik. 

Masana iyi bakıyorum Bülent, daha da iyi bakacağım, için rahat olsun arkadaşım.

Sigara mevzuu aslında önemli ve tarihsel bir dönemeçtir benim için. 1977 yılının yaz aylarından biriydi ama tam tarihi hatırlamam mümkün değil. Harbiye’de kendi başımıza örgütleniyoruz, siyasetin en yoğun dönemlerindeyiz ama hiçbir yapıyla ilişkimiz yok fakat Dev-Genç’e yakınız hatta Dev-Genç’liyiz. İstanbul’a geldikçe de Bülent’le, Celalettin’le (Can) Sultanahmet’teki Kadırga yurdunda görüşüyoruz. Dev-Genç ayrışması başlayıp Ankara merkezli Dev-Yol, İstanbul merkezli Dev-Sol oluşurken, Bülent ve Celalettin bizi Dev-Sol saflarına katmaya çalışıyordu, beni ikna etmek için epey uğraşmışlardı ama pek başarılı olamamışlardı.

Bir akşam bir araya gelip, uzun uzun konuşma, tartışma kararı aldık. Harpokulu’ndan arkadaşım Harun Tamay da olacaktı. Belleğim beni yanıltmıyorsa Paşa Güven, Bülent Uluer, Celalettin Can ve ismini şimdi hatırlamadığım bir arkadaş daha vardı, biz de (Harbiye tayfası) iki kişiydik.

Fındıkzade’de ananemin evinde toplanmıştık, biz hariç sanırım herkes sigara içiyordu, Bülent pipo mu içiyordu hatırlamıyorum ama deli gibi sigara içiliyordu, sesler dışarıdan duyulmasın diye pencere de açık değildi. Sabaha doğru Harun’la göz göze geldik, “yakalım ya” dedi ya da ben dedim ve yaktık sigaraları, oysa ikimiz de 8 ay önce sigarayı bırakmıştık ve çok iyi gidiyordu.

Dev-Solcu arkadaşların bana attıkları tek kazık budur.

Bülent, sen arkadaşların omuzlarında ışıklara yürürken ben de Toroslar'ın tepelerinde, senin masanda yazıyorum bu yazıyı. 

Güle güle arkadaşım…

***

Düzeltme: Bülent'in masası yazıma Orhan Alkaya tweetter'da bir açıklama yapmış, yeni gördüm ve hemen ekliyorum.

Orhan Alkaya: "Doğru değil. Bülent'le masa takas ettik. Emanet değildi. Ben de Mustafa'ya emaneten vermedim, hediye ettim. Zaten Kadırga da Kadırga'dadır."

Orhan'ın açıklamasına itibar etmek durumundayım, hikaye Bülent'le Orhan arasında. Aklımda takas hiç yok, unutmuş da olabilirim ya da hiç konuşulmamış da olabilir, sadece masanın Bülent'e ait olduğunu söylemiştir ama bana verdiği doğru, ben emaneten anlamışım, Bülent'in emaneti olarak. Bülent'le konuşmamızda Bülent'in aklında da takas olarak kalmamış ki hâlâ kendi masası olduğunu sanıyordu, olabilir çok zaman geçtiği için o da unutmuş olabilir. Aslında; takasın, emanetin çok da önemi yok, bir arkadaşımızı yitirdiğimizde ve benim için masa meselesi dışında aktardığım boyutuyla önemli bir dönemeci paylaştığım arkadaşımı onun masasıyla anmak istemiştim, hepsi bu.

Orhan Alkaya'ya düzeltmesi için teşekkür ederim, çok önemli bir yanlışı düzeltmiş.

25 Nisan 2017 Salı

AKPM Türkiye’yi Yeniden Denetim Altına Almış…




Ben şöyle okuyorum, Türkiye’yi değil AKP’yi, hatta Erdoğan’ı denetim altına almış.

Neden böyle düşünüyorum?..

AKP diye bir parti yok… Erdoğan’a tabî sayısal bir yapı var… Genel Başkanı yani Başbakanı Erdoğan’ın isteğiyle değişebilen bir parti…Erdoğan dediğim tartafsız olacağına yemin etmiş bir Cumhurbaşkanı...

YSK diye bir yargı organı yok… Erdoğan, şaibeli seçim sonrası, daha itirazlar yapılmamış, kesin sonuçlar açıklanmadan: “Atı alan Üsküdar’a geçti” diyebiliyor…

Erdoğan’ın sözcüsü Adalet Bakanı… Yargıtay’ın, Anayasa Mahkemesi’nin vermesi gereken kararları defalarca değişik mecralarda açıklıyor ve Yargıtay talimatı uyguluyor, muhtemelen Anayasa Mahkemesi de Adalet Bakanı’nın talimatlarını yerine getirecek.

AİHM’ne gidilecek ve muhtemelen Hukuk Fakültesi birinci sınıfındaki öğrencinin öğrendiği gibi, emredici yasaların yoruma tabî olmadığı ve bu nedenle YSK’nın tam hukuksuzluk yaptığı ve referandumun geçersiz sayılması gerektiği kararı verilecek ve iktidar Cumhurbaşkanı, Başbakanı, Adalet Bakanı ve bilcümle bakan, milletvekili, havuz medyası, tetikçi gazetecileri hep birlikte haykıracaklar: Bu karar siyasi bir karardır, tanımıyoruz.

Yukarıda yazdık; yargı organlarına Cumhurbaşkanı, Başbakan, Adalet Bakanı açıkça talimat verdi, bu siyasi olmuyor, kendi yasasına uymayan/uydurulmayan YSK’nın hukuksuz kararına atıf yapmak siyasi oluyor, öyle mi?

Ülkenin GetirildiğiYer
Reza Zarrab ve ardından Halk Bankası Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Hakan Atilla ABD’de tutuklanıyor, devlet tüm aktörleriyle bu davaya itiraz ediyor… siyasi diyor…

Newyork Eski Belediye Başkanı Giuliani ve Eski Adalaet Bakanı Mukayes, Zarrab’ın avukatı oluyor, olabilir ama bu iki avukat Türkiye’ye gelip Erdoğan’la görüşüyor… Ne görüşüyorlar? Bu davayla Erdoğan’ın ilişkisi ne, neden ilgilendiriyor ve bu iki avukatla ne konuştular?

MHP’den atılan eski milletvekili Ümit Özdağ yapılan görüşmenin içeriğini 3 gün önce şöyle dile getirdi: “Zarrab'ın davasının düşürülmesi karşılığinda Erdoğan PKK-ABD'nin Rakka operasyonunu ve ilhakını özetle PKKistan'ı kabul edecek. “

Bu satırlar yazılana kadar bu iddiaya yalanlama gelmedi..

Erdoğan ve şürekasının hep birlikte haykırdıkları ise yine bilindik: Karar siyasi hatta FETÖ’nün etkisinde…

Ülke içindeki % 50’yi kabullendirmek bugün için mümkün ama dünya pek inanmıyor tıpkı 15 Temmuz’a inanmadığı gibi…

Düne kadar pek kıymetli olan kişi ve kurumların tamamı ters yola girmiş, sadece Erdoğan düz gidiyor ama her an biriyle ya da birkaçıyla kafa kafaya çarpışma ihtimali var. Sadece Erdoğan çarpışsa sorun yok ama Türkiye otobüsünü o kullanıyor, farkında değiller ama % 51'de o otobüsün içinde...

Sonuç: Ülke binmiş bir alamete gidiyor kıyamete…

Son sözüm: Referandumun sonucundan çok memnunum, sonraki yazımda gerekçelerimi aktarmaya çalışacağım.

7 Nisan 2017 Cuma

Bu Seçimde Oyumu Kılıçdaroğlu’na Vermeyeceğim!



 
16 Nisan’da oyumu Kılıçdaroğlu’na vermeyi düşünüyordum, fakat Erdoğan’ın mitinglerinde, pardon toplu açılışlarında yaptığı konuşmalar, gösterdiği videolar sonrasında vaz geçtim. Kılıçdaroğlu’nun Cumhurbaşkanı olmaması için oyum: Kesinlikle HAYIR.

Erdoğan, Anayasa Referandumu mitinglerinde, pardon, nerden uydurdum?! Tövbe tövbe... Toplu Açılış törenlerinde konuşmaya Kılıçdaroğlu ile başlayıp, Kılıçdaroğlu ile bitiriyordu, şimdi level atladı, Savaş Ay’ın yıllar önce –Kılıçdaroğlu SSK Genel Müdürü iken- yayınlanmış bir TV programında mitinge, yine pardon toplu açılışa gelen vatandaşlara izletiyor. Sonra başlıyor Kılıçdaroğlu’na saydırmaya…

Önceleri anlam verememiştim, sonrasında birilerinin Sayın Cumhurbaşkanı’nı bu oy verme işinin; Cumhurbaşkanlığı seçimi, rakibinin de Kılıçdaroğlu olduğunu söyleyip, kandırdıklarını düşünmeye başlamıştım ki aman Allahım, ter bastı bütün vücudumu, baştan aşağı ter içinde kaldım. Yahu, bre Demirkanlı, Erdoğan daha 3 gün önce muhtarlarla yaptığı toplu açılış töreninde… Değil be, Saraydaki toplu yemek öncesi konuşmada, sesini davudileştirerek “Neee kandıraaaan oldum ne de kandırılannn oldum” dememiş miydi? Demişti.

Utançtan gözümü kapattığımda, yıldızlar çaktı, gökyüzü aydınlandı, TV kanalları art arda yayına geçti, hepsi defalarca yayınlamışlardı, hepsi birden gözümün önüne geldi:

“Beni kandırmışlar Allahım da milletim de affetsin!”

Oysa, FETÖ, Rus uçağını düşürürken de kandırmıştı…

Oysa, FETÖ, Ordu’ya kumpas kurarken de kandırmıştı… “Ben bu davanın savcısıyım.” dedirtmişti.

Oysa, ABD, sen artık BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) Eşbaşkanısın, dediğinde de kandırmıştı, hem de çift başlılığı savundurtarak… Ayıp olmasın diye diğerlerini saymayayım…

Onun için tekrar başa döndüm, birileri Sayın Cumhurbaşkanı’nı sanırım yine kandırmış, sanki Cumhurbaşkanlığı seçimi gibi bir propaganda yürütüyor, Kılıçdaroğlu’yla başlayıp; FETÖ, Almanya, DAEŞ, Hollanda, Belçika sıralayıp dönüyor PKK’ye…

Anayasa değişikliği ile ilgili maddelere ait tek bir açıklaması olmadığı gibi, kendisi için hazırlandığını kabul ettiğini gösteren açıklamalar da yapıyor. Örneğin, taslakta Cumhurbaşkanı yardımcılarının sayısı en azından üst limit belirtilmemişken, rahatlıkla 2 bilemediniz 3 olur, deyiveriyor. Seçime gerek yok, zaten Hazret seçilmiş gibi açıklama yapıyor.

Oysa, ben Cumhurbaşkanı olursam, 768 yardımcı atayacağım ve bunların ilki yani birinci yardımcım eşim olacak.

Böyle saçmalık olur mu,  diyenlere iki yanıtım var.
1.      Bu taslakta beni engelleyecek bir madde var mı?
Yok ama hiçbir Cumhurbaşkanı böyle bir saçmalık yapmaz, diyenlere…
2.      Daha 3 hafta önce tek millet, iki devlet dediğimiz Azerbaycan Cumhurbaşkanı Aliyev eşini Cumhurbaşkanı yardımcısı olarak atamadı mı? Atadı, ben neden atamayayım?

Tarzan Zorda!
Bu bir deyimdir, böylesi durumlarda kullanılır. İyi de neden bu açıklamayı yapma gereği duydum? Korkuyorum demek ki… Bir savcı ya da en başsavcı yanlış anlayıp, soruşturma açtırıp, sonra da kaçma şüphesi, delilleri karartma şüphesi gerekçesi ile tutuklar diye korkmuşumdur. Korkarım...

Korkmuşum çünkü, Cumhuriyet Gazetesi’nden arkadaşlarım, abilerim FETÖ’cü diye yargılanıyorlar… Erdoğan, henüz diplomasını göremediğimiz Üniversite’den mezun olmadan önce Hikmet Abi (Çetinkaya) Fetullah’ı çarşaf çarşaf yazıyordu, şimdi FETÖ’cü diye sanık, bir diğer sanık da Tiyatro… Tiyatro… Dergisi’nin de abonesi olan yıllar önce sürgünde taksi şoförlüğü yaptığı dönemde Frankfurt’ta tanıştığımız Aydın Engin, bak sen, o da FETÖ'cüymüş..

Ahmet Şık, FETÖ’yü yazdı, kitap yayımlanmadan tutuklandı. Erdoğan: “Bazı kitaplar bombadan daha tehlikelidir” dedi. Oysa, kitabı okusa: “Beni kandırmışlar, Allahım da milletim de affetsin!” demeyecekti.

İstanbul’daki komşum Bülent (Utku), son zamanlarında Şişli’deki esnaf lokantasında öğle yemeklerinde karşılaştığımız yılların dostu Turhan (Günay), sevgili ve sevimli Hakan (Kara), Önder (Çelik)… Avukatım Akın (Atalay), Cumhuriyet günlerimde selamlaştığımız ama hiç sohbet şansımızın olmadığı Mustafa Kemal Güngör ve tanışamadığım ama hep tanıdığım: Kadri Gürsel, Murat Sabuncu, Güray Öz, Musa Kart eğer FETÖ’cü, PKK’li, DEAŞ’lı diye tutukluysa, beni de tutuklarlar diye gerçekten korkuyorum.

Korkuyorsam, bugünden adı konmamış bir rejim altında yaşıyoruz demektir. Yarın adı konduğunda, tutuklanma riski de taşıyan bu korkumu da arayacağım demektir.

“Tarzan Zorda” başlığının altında söylemek istediğim çok kısa… Erdoğan çok korkuyor, çok korktuğu için çok konuşuyor, sürekli kendini yalanlıyor ve en önemlisi seçmeni belleksiz, beyinsiz, sadece biat eder sanıyor…

Yanılıyor Taranta babu, çok yanılıyor…

“YAŞAMAK...
Ne acayip iştir ki
       bu ne mene gidiştir ki TARANTA-BABU,
bugün bu
     "bu inanılmayacak kadar güzel"
bu anlatılamayacak kadar sevinçli şey:
böyle zor
bu kadar
        dar
böyle kanlı
        bu denli kepaze...”  Nâzım Hikmet